Horusun makaleleri
Ne ettiysen o'sun.Şimdi ne edersen, o olursun. ''Buddha''
29 Ocak 2014 Çarşamba
YAŞAMIN AMACI NEDİR?
Yaşamın amacı nedir diye bazen aklımıza gelir,takılır bu soru. Ancak çoğu zaman unutur gideriz yaşamın ve yaşamanın amacını ve kaybolur gideriz.Gündüz saatlerinde günlük işlerden özellikle ego yada nefisin hakim olduğu zaman diliminde aklımıza nadiren gelir bu soru ve soruyu görmezden geliriz. Ancak gece saatlerinde pat diye aklımıza gelir.Çoğu zaman bunu düşünmekten korkarız ve ilerleyen zamanlarda ara ara düşünmeye başlarız.Çünkü gece insanın kendisiyle yalnız kaldığı zamandır ve iç sesiniz bu soruya doğru cevabı vermenizi bekler. Doğru cevabı veremezseniz bir ömür boşa geçmiş demektir.
Hepimiz bir şeylerle uğraşır ve kendimizce gündelik işlerimizi hallederiz. Ancak hayat para kazanmak,onu bunu kovalamak, şantaj yapmak, soymak... vs demek değildir. Herkesin buraya bir geliş amacı vardır ve bu geliş amacını bulamaz ve uygulamaya geçiremezse kişi tatmin olmadan bu dünyadan pişmanlıkla ayrılır. Bizim türümüzün diğer canlılarla pek çok ortak noktası vardır, evet hayvanlarda akıllı ancak bizde onlarda olmayan bir şey var bilinç ve ruh dediğimiz içsel öz. Yani bizi gerçekten insan yapan özelliğimiz budur. Bunları kullanmadan kişi yaşamış sayılamaz. Öyleyse öncelikle kendimizle gerçekten iletişime geçmeyi başarmalıyız. Bizi biz yapan değeri bulmalıyız.
Eğer insanlar gerçek kendini keşfederse herkes kendi amacında olacaktır ve işinde,gücünde,ilişkilerinde mutlu olmayı başarabilecektir.Ama günümüzdeki gibi olursa sistemin yüklemiş olduğu programın maskesiyle yaşamaya çalışırsa insanlar mutsuz,hırçın,asabi ve huysuz olmaya devam edeceklerdir. Bunu zincirleme bir tepkime olarak devam ettirin herkes mutsuz ve asabi, işte o zaman günümüzdeki yaşam biçimi tak diye oturuyor. Kimse kimseye güvenmiyor,hatta kendine bile güvenmiyor. Dengesiz kişiler ve yaşam şekilleri oluşuyor. Sonrada kişi ben dengesizim yada o çok dengesiz biri sağı solu belli değil misali yakınıp duruyor. Bunu görmeliyiz sırasıyla gözlemlemeliyiz. Yanlışları görerek doğruyu keşfetmeliyiz.
Yaşam amacı herkese bazen ara ara seslenir, aslında sen şusun bunu yapmalısın diye.Ve onu dinleyip biraz düşündüğümüzde hissederiz ve huzurla dolarız. Bir anda içimiz renkleniverir ve heyecanlanırız. İşte bu bize ip ucudur. Bu ipin ucundan devam ettik mi kendi yolumuzu buluruz,huzura erişiriz. Bize seslenen içimiz kimine şarkı söylemesini,kimine herhangi bir sanat dalıyla ilgilenmesini vs yi haykırır. Bu şekilde kendini tanıması için keşfetmesi için yolu gösterir kişiye. Bu yoldan giderse kişi maddi olarak yerinde sabit dursa da manevi olarak ilerler ve yükselir.
Günümüz koşulları kendimize engeller koymaktadır. Çünkü yaşadığımız sistem bizi bir şeylere zorlamaktadır ve gördüğünüz gibi insanlar asık suratlarla etraftadırlar. Bunu çözmek imkansız değildir.Herkes kendi adımını attığında otomatik olarak her şey düzelebilir. Hayat nasıl bakarsak bize öyle görünür. Mecburiyetten yaptığımız şeylerden dolayı kötü görünmesi normaldir.
Lafı çok uzattım ama aslında söylenecek çok şey var daha. En temelinde kendimizi ihmal etmemeliyiz. Biz dünyaya boşuna gelmedik. Tamam dünyanın koşulları zor ancak herkes bu zorlukları görüp geçiriyor. Acının ve kötünün ardında sırlar yatar, yani eskilerin tabiriyle bizler işlenmemiş birer madeniz ve onu işlemek için yüksek ateş ve bir çok çekiç darbesi gerekiyor. Eğer direnirsek madenimiz işlenmeden kalır, bu yüzden acılara bu yönden bakarsak düşüncelerimiz ve hislerimiz değişir.
Ve bir gün sonucu gördüğümüzde her şeyin ne kadar gerekli olduğunu anlayacağız....
11 Temmuz 2013 Perşembe
BÜTÜN OLABİLMEK
Yaşam kendi içinde pek çok
farklılığı bulunduran kocaman bir sistemdir. Varoluşta bu farklılıklardan
meydana gelmektedir. Her ne kadar farklılıklar çok olsa da bu farklılıkların
hepsinin yapısal özü aynıdır. Yani her şeyin yapısal özü enerji ve titreşimdir.
Varoluştaki farklılıklarda enerjinin farklı kademelenmesinden ve farklı
titreşimlerden meydana gelmektedir. Durum böyle olunca sonsuz sayıda
farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Yaşama sonsuz dememizin altında bu
yatmaktadır. Çünkü enerji ve titreşimin farklı kademelenmesi sonsuza kadar
gidebilmektedir. İçinde bulunduğumuz bu kısıtlı yaşamsal form ise varlık
okyanusunun küçük bir kesitinden ibarettir. Daha bilmediğimiz,
algılayamadığımız çok şey vardır.
Bildiğimiz küçük kesiti
inceleyecek olursak, bu kesitin bile içinde pek çok farklılığı da
bulundurduğunu görürüz. Farklı çeşitlikte mekanlar, yerler, insanlar ve diğer
canlılar, farklı fikir ve ideolojiler vs bunların hepsi bizim kesitimizdeki
varoluşu oluşturan yapılardır. Bu
çeşitlilik olmasaydı her şey tek özellikten oluşsaydı bildiğimiz anlamda yaşam
formu olamayacak ve hatta yaşam formu oluşamayacaktı. Yani yaşam kendi içinde
bir çeşitlilikten meydana gelmektedir ve bu çeşitlilik yaşamın oluşmasını
sağlamaktadır.
İşleyişe değindikten sonra insan
merkezine odaklandığımızda yine görmekteyiz ki insanları da var eden
farklılıklardır. Herkes aynı düşündüğünde gelişme sağlanamamakta, yine herkes
aynı şeyi yaptığında da gelişme olamamaktadır. Kendi toplumunun tek düşünce sistemi üzerinde
olmasını isteyen yada tek çeşitlilikte yaşamasını isteyen liderlerin
toplumlarının gelişmeyi başaramayıp istikrarsız bir şekilde mahvoluşa
ulaştığını tarih sahnelerinde doya doya izledik. Demek ki toplumların da var
olabilmesi için farklılığa yani farklı ve çeşitli insanlara ihtiyacı var
diyebiliriz.
Varoluşu meydana getiren enerji
ve titreşimlerden bizim yaşam kesitimizi oluşturan küçük kesitte biz insanlar
sayesinde sekteye uğramalar gerçekleşti. Yani farklılıklara müdahaleler tek
tipleştirmeler yapılmaya çalışıldı. Bunun yapılması varlık okyanusunu
kirletmemize neden oldu. Yani akışın önüne barikatların kurulmasıyla varlık
okyanusunun suyu her yere ulaşamadı, susuz kalarak kuruyan bölgeler oluştu.
Bunu şöyle düşünerek kafamızda somutlaştırabiliriz. Yaratıcılığının, yeni
fikirlerin, keşiflerin önüne geçilerek kuruyan insanlar oldu. Barikatların
oluşturulması sadece bizim yaşam kesitimizi değil bizim kesitin dışındaki ve
bilmediğimiz henüz keşfetmemiş olduğumuz başka kesitleri de kuruttu. Varoluşu
yaratıcıdan başlayan sonsuz bir çizgi olarak düşünürsek bizim varoluş
kesitimizden sonra gelen kesit bizim sayemizde yokluk çekmektedir. İnsanoğlu
barikat kurmayı bırakırsa varoluşun sonsuz okyanusundan daha iyi beslenecek ve
bununla bizim varlık kesitimizin dışındaki kesitleri de öğrenebilecektir. Bu
yüzden tüm varoluşa bütün olarak bakmak gerekmektedir. Ayrımlar gözükse de
hepsi tek bir şey olan varoluşun elemanlarıdır. Biz varoluşun bize ayırdığı
kısımda yaşayan temsilcileriz. Yunus Emre’nin ‘‘Yaradılanı sev, Yaradan’dan ötürü’’sözü
konuyu özetlemektedir. Çünkü sevgi akışı sağlamakta ve barikatları
kaldırmaktadır.
Kendi payımıza düşeni yapmalı ve
tüm yaşamı BÜTÜN olarak ele almalıyız. Hepimiz bunu yaparsak muhteşemliği görecek,
binlerce yıldır hayallerimizde olan mutlu, güzel, hak yenmeyen, adaletli bir
yaşam ütopyasını otomatikman gerçekleştireceğiz….
7 Temmuz 2013 Pazar
YAŞAM MEKANİZMASI
Hepimiz bir şeyler düşünür kimi
zamanda bu düşüncelerin gerçekleşmesi için hayaller kurar ve onu gerçek yaşama
uyarlamaya çalışırız. Ancak evren bunu çoğu zaman reddetmektedir. Bunu
reddetmesinin altında yatan pek çok sebep vardır. Bunlar:
1-Herkesin bir yapısal özü
bulunmakta ve herkesin yapabilecekleri sınırlıdır.
2-Evrende hep birlikte
yaşadığımız için başka dengeleri bozmamak adına her şey gerçekleşememektedir.
3-Kendimize verdiğimiz kişisel
sözlerimizden, toplumsal yaşamımızla birlikte yüklendiğimiz kişilik yapısından,
içinde bulunduğumuz ruh halinden, diğer insanlardan ve yaşanılan çevreden ötürü
istek ve arzular gerçekleşememektedir.
4-Evrenin kişiye yüklediği rolden
ötürü bu rolün dışına çıkıldığında hayaller gerçekleşememektedir
.
Bu gibi sebeplerden ötürü her
istediğimiz gerçekleşmez. Çünkü sistem bize ait değil, biz sisteme aidiz. Oyunu
kuran biz değiliz, biz sadece bu oyunun
içindeki oyuncularız. Ömer Hayyam’ın dediği gibi ‘‘ Evren bir yüzük gibiyse çepeçevre, insan
taşında bir nakıştır o yüzüğün’’.
Oyunu kurallarıyla oynamazsak
başarılı olamayız. Şöyle düşünelim; her devletin hukuk sistemi ve içindeki toplumsal kurallar farklıdır.
Haraç toplayan bir kaçakçı örgütü canlandıralım gözümüzde. Bu adamlar
bulundukları yere göre farklı bir çalışma prensibinde bulunacaklardır.
Afganistan’da kaçakçılık yapanla, Türkiye’de kaçakçılık yapanın durumu
farklıdır. Afganistan’dan gelen kaçakçı Türkiye’ye uygun çalışmazsa mal
kaçırmak yerine onu kaçırır tıkarlar bir yere.
Ayrıca hepimiz bayrak
taşıyıcılarıyızdır. Bizden öncekilerden
aldığımız bayrağı bizden sonrakilere bırakacağız. Yani hiç bir şey bize ait değil.
Emanetçi yaşamaktayız. Öyleyse neden direnir insanoğlu, karşı çıkar her şeye? Neden
oyundaki rolünü beğenmez, öğrenmek istemez yada rolünü bırakmak istemez? Çünkü aldanır, illüzyonu gerçek sanar. Gerçek
sanınca buraya bağlanır kalır, gidemez.
Evren her insana hangi rolü
oynarsa oynasın her duyguyu yaşatır, tattırır. Çünkü duygu bir konuşma dilidir
aslında. Duygularla konuşmaya çalışır insanla. Böyle yaparak aslında konuşmayı
öğretir evren insana. Eğer insan konuşmayı öğrenemezse nasıl yaşayabilir başka
bir yaşamda.
İnsan kendini serbest bırakmalı ve üstüne düşeni
yaparak yoluna devam etmelidir ve yeşerebilmelidir. Yani yaşam bir eğitim yeridir,
bir kumarhanedir, bir eğlence yeridir, bir sevgi yeridir kısacası evren bir
okuldur. Bu okuldan başarıyla mezun olabilme dilekleriyle….
17 Haziran 2013 Pazartesi
VAROLUŞ SERÜVENİ
Yokluktan gerçekleşen varoluş serüveninde yukarıda yani ilahi boyutta tam olarak bilemediğimiz olaylardan ötürü bir savaş yaşanmış ve bu savaşın sonucunda ayrılıklar meydana gelmiştir. Gene bu ayrılıklarda alternatif evrenlerin doğmasına neden olmuş ve bununla birlikte yaşadığımız evren gibi pek çok evren daha meydana gelmiştir. Aslında savaş halen daha devam etmekte ve alternatif evrenlerin oluşmasında başta rol oynayan Lucifer yada başka isimde biri bu mücadelede üstünlük kurmaya çalışmaktadır.
Dağılan, parçalanan teklik evreninde savaşın ardından kutuplaşma olmuş ve ayaklanmayı çıkartanlar düşmüşler ve şeytan yada başka türevde lakaplar almışlardır. Şimdi gelelim bu savaşta arada kalan insanlara.
Savaşın galibini insanlar belirleyecektir. Çünkü yaratıcı gücünü insanlara dağıtmıştır. Bu sebepten ötürü yüzyıllardır sen tanrısın, biz tanrıyız sözleri belirtilmektedir. Yani insanlara tanrı parçacığı verilerek aslında farkedilmeden insanlara büyük bir hazine verilmiştir. Tabi verilen hazine içsel özdür. Beden, içsel özü,ruhu taşıyan bir araçtır. 3 boyutlu realiteye düşen öz, bu realiteye düşebilmek için kendine ait bilgiyi, birikimi, farkındalığı geride bırakmak zorunda kalmıştır.Çünkü geride bırakmasaydı 3 boyutlu realiteye ağır gelecek ve iniş gerçekleşmeyecekti. Yukarıda başlayan savaş insanların da düşmesine neden olmuştur. Düşen büyük varlıklar bu savaşı yaratıcının tahtını devirmek için evrenlere yaymışlardır.
Yaşam ve yaşamı oluşturan zıtlıklar bu ayrışmayla meydana geldi. Teklikten çoğulluk oluşmuştur. Şimdi gelelim bizlere ve içinde bulunduğumuz dünyaya ve olan olaylara. Sürdürülebilir çatışma, acı, isyan, göz yaşı, kin, nefret, korku gibi düşük frekanslara sebebiyet veren olaylar olmaktadır. Bunlar boşuna değildir. Düşmüş varlıkların insanların yükselmelerine engel olabilmek için verdikleri mücadeledir. Herkes biliyor, günümüzde gizli örgütlerin dünyada ne kadar fazlaca can yakıcı olaylar meydana getirttiklerini. Gizli örgütlerin bu durumu üstlenmelerinde en önemli etkenlerden birisi de kan bağıdır. Bu şu şekilde olmaktadır;beden denilen şey kullanılan bir araçtır,içinde ruh veya öz de olabilir yada başka bir varlıkta olabilir. Yani bedene düşmüş varlıklar yada onlara benzer bir şey yerleşirse ondan gelen nesillerde de şeytani soy devam eder. Binlerce yıldan beri bu süregelmektedir. Günümüzde bu soy İlluminati'nin içinde devam etmektedir.
İçsel uyanışı sağlamak, yükselmek gibi söylevler binlerce yıldır değişik inançlarda belirtilmiştir. Ancak bazı inançlarda ise şeytani yön ağır basmaktadır. Çünkü içinde insan kurban etme gibi kötü ve pis ritüellerin yer aldığı, nefret,korku,üzüntünün bulunduğu inançlar düşmüş varlıkların dinleridir. Çünkü onlar kendi hakimiyetlerini sürdürebilmek için düşük frekanslı enerjilere sebep olan olaylara ihtiyaç duyarlar. Peki yaratıcı neden direk müdehale etmemektedir? Çünkü yaratıcı bu boyuta direk müdahalede bulunursa onun yüksek enerjisinden dolayı herşey yok olur. Melekler yada onlar türünde başka yüksek varlıklar müdahale etse, gene bu boyutta yok oluş gerçekleşir. Bu sebeplerden ötürü yaratıcı ve üst varlıklar bizim boyutumuza müdahale etmemekte ve bunun çözümünü bizlere bırakmaktadırlar. Üst varlılardan daha çok yardım alabilmek için evrenin enerji düzeyininin yükseltilmesi yani sevgi ve mutluluk gibi duyguların yoğun olması gerekmektedir.
Gelelim semavi dinlere ve uzak doğu dinlerine. Bunların içine de alt varlıklar tarafından sokulmuş adetler bulunmaktadır ve bu da tanrısallığı bozmaktadır. İçinde yoğun sevgi, hoşgörü, merhamet, yardımlaşma gibi yüksek duyguların bulunduğu inançlar bilinmelidir ki tanrı merkezli inançlardır. Aynı şekilde hiçbir menfaat gözetmeksizin sevgiyle, güzellikle ve içten gelen duygularla yapılan eylem ve davranışlarda bilinmelidir ki tanrı merkezlidir.
Aydınlık bir dünya dilekleriyle...................
1 Mayıs 2013 Çarşamba
KARARSIZLIK
Karar vermek, bir işe başlamanın yarısıdır. Karar verince kişi tamamen olaya adapte olur ve olayla bütünleşerek sadece hedefi görür. Evreninin değişim yasası gereği her şeyin değiştiğinden bahsetmiştik. Bu değişim bedenimize, ruhumuza, düşüncelerimize bir şekilde yansır. Bu yansımalar sonucu kararlar oluşur. Alınan her kararla hareket ve değişim gerçekleşir.
Kararların oluşmasında toplumsal çevre, yetiştirilme tarzı, yaşanılan yer, hangi burçtan olunduğu, izlenilen filmler,o an aklın nelerle dolu olduğu etkilidir ve bunlarda kişisel tercihleri beraberinde getirir. Kişisel tercihlerle birlikte oluşan kişilik, o yapıya uygun olarak kendine kararlar seçmeye çalışır. Tüm bunların türevleriyle yani karışımıyla kararın türü belirlenir.
Bazı kişilerde karar alma bozuklukları görülür. Bunda en büyük neden içsel karmaşadır. Yani kişinin, duyguları ve düşünceleri birbirine karışmıştır. Böyle olunca da kişinin aklı karışarak içinde neyi dinleyeceğini bir türlü anlayamaz. İçindekiler ona seslenir tıpkı her kafadan ses çıkan bir grupta insanların ne dediğini anlayamadığın bir durum yaşanır sanırsın. Gerçekten de öyledir, içimizdeki duygu ve düşünceler içimizdeki farklı benlerdir. Her birinin isteği farklıdır. Her biri diğerine üstünlük kurmaya çalışır. Birini üste taşırsan diğerleri bunun bir süre suskun gibi gözükse de bir süre sonra çok gürültü yaparlar. İçimizdeki duygu ve düşünceleri orkestradaki kişilere benzetebiliriz ve biz de orkestrayı yöneten kişiyizdir. Doğru şekilde orkestrayı yönetinceye kadar içimizdekiler kötü bir müzik üretirler.
Karar alma güçlüğü çeken kişilerin ağırlıklı olarak ergenler ve gençler arasında olduğu görülür. Bu 12-25 yaş arası yaş gruplarında görülen kararsızlığın nedeni bilmemekten, korkulardan ve içsel parçalarını tanımamasından ileri gelir. Yaşanılan bu durum anormal bir durum değildir. Diğer hayvan türlerinin de gençlik dönemlerinde çelimsiz, korkak, başarısız oldukları görülür. Zamanla aç kalarak, çabalayarak ne yapacağını öğrenir ve başarılı bir avcı haline gelir. Av hayvanıysa av olmamak için nasıl olması gerektiğini kavrar.İnsanlarda da benzerdir. Hayata atılınca görür, anlar sonra bir şekle sokar kendini.
Günümüzde kararsızlık ciddi bir boyuta ulaşmıştır. Çünkü insanlar daha fazla kontrol altındadır.Yani kontrol altında olan insan her zaman kendi doğasına uygun gelişemez, sistemin yada toplumun öngördüğü şekilde ilerlemesi istenir. Bu durumda kişisel belirsizliklere yol açar. İçindekiler kişiye sürekli seslenir, onu rahatsız ederler. Bireyde bunun sonucunda donar kalır. Mesela; birisi bir kızı sever ancak çevresi o kızı değil başka kızı önerir. Bu durumda o birisi resmen 2'ye bölündüğü bir psikoloji yaşar. Şimdi içimdekileri mi dışımdakileri mi dinleyeceğim der kararsız kalır, lanet eder böyle hayat olmaz olsun diye. Bu durum 2 ucu sivri değnek gibidir. Nerden tutsan batar bir yerlere. Böyle 2 ucu sivri değnek elimizde olan durumlarda bir şeyi seçmek zorundayızdır. En doğru hangisi olur derseniz, en doğru hangisinin olacağına kişi kendisi karar verir. 2 uçlu durumlarda kişinin yapması gereken çabuk karar vermek yerine bir süre yalnız kalarak değnekten uzaklaşmalı ve durum değerlendirmesi yapması, sonra seçimin yapması olayların akışını daha rahat görmesini sağlar. Hızlı alınan kararlar diğer seçeneği seçseydim pişmanlığı yaratabilir.
Kişinin kararsızlığı rahat atması için içini ve dışını iyi tanıması, bununla beraber hızlı karar vermemesi sonuçları iyiye bağlamak için mantıklı yollardır. Karar alıp daha sonra karardan cayma durumları da korkulardan ileri gelir. Burda şöyle bir yanıt verebilir kişi kendine; bir kere yaşıyorum, korkarsam yerimde sayacağım, kaybedecek bir şeyi olanlar kaybeder, sonunu düşünen kahraman olamaz gibi. Tabi gene seçim meselesi. Önce ne istediğin belli olacak ve ona göre sade mi hareketli mi hayata karar vereceksin.
Ne istediğimi bilmiyorum diyenlere ise kendi bilmezse başkasının onun yerine bileceğini ve başkasının onun adına karar vereceğini belirtmek isterim. Bir şekilde karar alınması kaçınılmaz yaşamın kuralı ve ilerlemesi için zorunluluktur. Siz karar almazsanız güzel bir Satan fıstığı size gelir yardımcı olur seçer,kaçırmayın böyle fıstığı...
BEN SANA DESTEK OLURUM CANNNIMM, BOŞVER DİĞERLERİNİİ.....
İSTEMENİN DOĞASI
Ne istediğini bilmek hepimizin üzerine takıldığı bir konudur. Bazen isteklerimizin ne olduğuna, neyi istediğimize bir türlü karar veremeyiz. Bir işe atılmak, başarılı olmak ve o işte ilerlemek için ne istediğini bilmek gereklidir.
Toplumda ne istediğini bilen kararlı insanlar çekim merkezi olurlar,diğer insanları kendilerine çekerler. Başarılı olan insanlara baktığımızda psikopatça olsa bile bir şeyler istedikleri ve kararlı bir şekilde ilerledikleri görülür. Claude Bernard bu konuda 'aradığını bilmeyen,bulduğunu anlayamaz' diyerek istek ve hedef olgularına sahip olmanın önemini vurgulamıştır.
Herkes hayatında mutlu olmayı ister ve bunun içinde olması gereken şeyleri sıralarlar. Günümüzde mutluluk kaynağı olarak görülenler para, aşk, ev, serbestlik, sadelik, bolluk, sürekli tatil, geniş çevre gibi şeylerdir.İnsanlar bunları isterler ancak isteklerin olması içinde buna gidecek yolu bulmakta zorluk çekerler. İşte olaylarda bu aşamada,yani yolu bulamamakta yada yolu seçememekte başlar.İstenilen şeye gidilen yol istenilen şey kadar önemlidir. Kimi kısa yolu bulur kimi uzun yolda gider ve istediği çok geç olur. Zamanın büyüklüğü tamamen isteyen kişinin kapasitesine bağlıdır.
Birisi ne istediğini biliyor ve ona giden yolu da bulmuş diyelim. Ancak yolu bulmasına rağmen bizim 'kısmet' diye adlandırdığımız kavram da o şeyin olup olmamasını belirler. Aslında evrensel boyutta bir şeyin somut bir şekilde gerçekleşmesine illa ki gerek yoktur. Eğer herkesin istediği gerçek olsaydı dünyanın altı üstüne gelirdi. Bu yüzden ilahi planlamada bunun bir şekilde düzenlemesi yapılarak herkese kendi sınırları kadar istediğini yapabilme yani kısmet hakkı tanınmıştır. Önceki değişim yazısında her şeyin değişip durduğundan bahsetmiştik. Buna göre isteklerimizde değişmekte ve isteğin tam olarak olmamasının aslında bir öneminin olmadığını belirttim. Yani biz insanlar bir şeyler ister, olunca mutlu oluruz ve bir süre sonra olan şeyi unutuveririz yada sallar geçeriz. İstekler olmayınca da bunalıma girer ve her şeye küfrü basarız. Bir isteğin olması için gereken koşullar ve davranışlar vardır. Bunu sağlayabilen insan isteği büyük oranda gerçekleştirir yada kısmeti değilse olmamış olsa bile onu gerçekleştirmiştir.
İsteklerin merkezinde sevgi yatar. Bir şeye sevgi duyuluyorsa o şeyi istemeye başlarız. Sevgi aşka dönüştüğü anda o istek büyük bir takıntıya dönüşüp sadece o görülür. Büyük işler başarmış ünlü kişiler ve yıllarca istediği şey için uğraşıp elde etmiş insanlara baktığınızda onların aşkla istedikleri görülür. Yani isteğin gerçekleşmesinde anahtar aşktır. İstenilen şeyler de aslında birer canlıdır ve onları fethetmek tıpkı bir kızı tavlamaya çalışmak gibidir. O nazlanır sen koşarsın ve onu tavlamak çaba ister. Kimisi istediğini kolay elde eder ve elde ettiğinin kıymetini göremez. Kıymetini görebilmek için çaba sarf etmek gerekir ve herkesin çaba harcaması gereken şeylerde ilahi planda bulunur ve insan aslında çaba harcaması gerektiği şeyleri bilir, hisseder. Çaba harcadığı şeylerde aslında kişinin ruhsal gelişimi içindir.
Günümüzün dolduruşlarıyla herkes aynı şeye istetilir hale getirilmiştir ve bunun olması hem küresel bazda hem de ilahi bazda mümkün değildir. Herkes dansçı olur ama iyi bir dansçı olamaz. Yani toplumsal yüklemelerle kişi belirli karakterlere özenen taklitsel hale gelmiştir. Birey ona kahraman gibi gösterilen şahıslar gibi olduğunda mutlu olabileceğine inandırılır ve gençlik ahmakça bir şekilde telef edilir.
Bir de ne istediğimi bilmeyen ve ne istediğimi nasıl bileceğini bilemeyen insanlar vardır. İnsan sürekli bir şey isteyemez, istemek acıkmak gibidir,acıkınca verilir.İstemek aşk ve sevgi gibidir, her şeye aşk ve sevgi verilmez. Yani istemenin, istek duymanın, ilgi duymanın yeri ve zamanı vardır. Yeri ve zamanın hemen gelmesini isteyenler daha çok toplumsal etkileşimde, daha çok bilgi edinmede, daha çok yer görmede bu süreci hızlandırarak istediği şeyin ne olduğunu bulabilir. Yani istemeyi istemekte bir istektir...
30 Nisan 2013 Salı
DEĞİŞİM
Hepimiz hayatımızda birçok değişime adımımızı atarız. Kimi zaman bu değişimlere karşı direnir kimi zamanda kucak açarız. Değişim, evrensel yasalardan biridir. Tüm yaşam formu değişim üzerine kuruludur.
En küçük yapı taşımız atomlar üzerinden gidelim. Atomlar birbirleriyle tepkimeye girerler, tepkimenin ardından enerji açığa çıkıp ayrışırlar ve başka bir tepkimeye daha girerler ve bu sürekli böyle devam eder. Hayatın kaynağı da sürekli gerçekleşen tepkimelerdir. Yani evrende her şey sürekli hareket eder durur. İnsanlarda atomlar gibi birbirleriyle etkileşirler bundan sohbet,sevgi,kavga, menfaat gibi ürünler meydana gelir.İnsanlar bir şeylerle uğraşırlar, çalışırlar bunun sonucunda da yorgunluk,huzur,zevk,kazanç gibi sonuçlar doğar. Galaksiler döne döne ilerler, ilerlerken diğer galaksilerle ve yıldızlarla etkileşimine girerler, güçlerine göre çekilirler yada itilirler.
En küçük yapı taşından büyük formlara sistem aynıdır.İtme,çekme,çekme olursa tepkime,tepkime sonucu enerji ve ardından başka itme ve çekmeler meydana gelir durur.Gündelik hayatta da başka insanları hayatımıza ya çekeriz ya iteriz. Hayatımıza çektiğimiz insanlarla birlikte yapılan işler tepkime olur ve bu işlerin sonucunda da enerji açığa çıkar. Bu enerji mutluluk,sevgi gibi şeylerin yanında nefret,üzüntü gibi sonuçlanır. Mutluluk ve sevgi açığa çıktığında insanlar birlikte zaman geçirmeye gene devam ederler. Ancak nefret ve üzüntü açığa çıktığında ise itme meydana gelir ve insanlar birbirlerinden uzaklaşıp başka birisiyle tepkimeye girmeye çalışır.
Birlikte olan insanlar birbirlerine enerji bağlarıyla bağlıdırlar. Gündelik yaşamdaki tepkimeler, başka insanlarla yaşanan başka tepkimeler birlikte olan molekül benzeri insanlar arasındaki bağları güçlendirebilir yada zayıflatabilirler. Zayıflama gerçekleştiğinde bağlar kopabilir ve insanlar ayrışabilirler.Ayrışmalara ayrı kalınan zaman ve zamanla kişilikteki değişmeler de neden olabilir.
Görüldüğü gibi yaşamda değişim normal bir şeydir ve yaşamın devamlılığı için gereklidir. Eğer değişim gerçekleşmeseydi evren var olamazdı. Evren arkasına bakmadan değişimine devam eder durur. İnsanlarda evrenin bir parçasıdırlar ancak bunu yapmakta pek de başarılı değillerdir. Önceki tepkimelerine yani molekül yaşamına takılı kalan insan yeni bir tepkime yaşamakta zorluk çeker. Yani geçmişini sırtında taşıyan insan git gide kamburlaşır ve yaşamını zorlaştırır. Geçmişini taşımamak ve hemen geçip gitmek günümüz insanı için zorlu bir iştir. Bunu başarmak için sofistik düşünceye yada şeytani düşünceye yada başka bir geçme tahtası düşünceye ihtiyaç vardır. Çünkü insanlar için nasıl düşündüğü ve ne kadar düşündüğün girilecek yada elden kaçacak tepkimeleri doğrudan etkiler.
Sofizm, Batınilik, Taoizm, Hinduizm, Semavi dinler, Maya dini ve pek çok din ve inanış evrenin değişim kanununa dolaylı yada üstü kapalı bir şekilde değinmiştir.Semavi dinler yaşamın gelip geçici olduğundan ve her şeyin gelip geçici olmasından bahsederler ve insanların birbirine kin gütmemelerini belirterek, aslında insanların yaşamındaki diğer ilişkilerin de yolunu açıp geçmişi bıraktırırlar. Taoizm ve Hinduizm, enerjilerin değişiminden bahsederek, yaşanan olayların, iyi yada kötü herhangi bir şeyin geride bırakılarak önüne bakılması gerektiğini öğütlerler. Değişimin olduğuna ve değişime uyum sağlamanın gerekliliğine pek çok tarihsel bilgi mirası daha şahittir.
Her şeye rağmen gene de insanların neyi seçeceği kendisine bağlıdır. Oyunun kurallarını koyan evren olduğuna göre bu kurallara göre oynamayan oyunda başarı sağlayamaz...Seçim sizin....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)